5 Ocak 2022 Çarşamba

GÜNDÖNÜMÜ ŞİİR SORUŞTURMASI

Gündönümü Dergisi: Medeniyet ile barbarlığın mücadele ettiği Dünya’da şiir gerekli mi?

 

AD: Medeniyet ile barbarlığın savaşa tutuştuğu dünyada şiir de savaşa tutuşmuştur. Şiirin savaşı da dili eskilerin “lafügüzaf” dediği boş söyleyişe çekenlerle olmaktadır. Şiir, dili söze çekerek medeniyetin en büyük destekçisi olur. Gündelik yaşayışla boğulan, bayağılaşan dili erdemin kıyılarına çekerek sağaltır ve yüceleştirir. Dahası medeniyetin dili şiirdir. Her medeniyetin destan şiiri vardır. Bugünün vahşi kapitalist medeniyeti bile güçlenirken şiirle soluklanmıştır. Dolayısıyla medeniyet varsa şiir de olacaktır. Gereğin ötesinde şiirin varlığı bir lüzumdur.

 

Gündönümü Dergisi: Edebiyat Dergileri Edebiyatın nesi olur?  İyi şiir Edebiyat dergilerinde yer bulabiliyor mu? Dergiler şiiri mi, yoksa şairi mi yayınlıyor?

 

AD: Edebiyat dergileri, edebi muhitler oluşturur. Bir dergi bir şairi çıkarırsa ya da bir yazarı, kendinden beklenileni gerçekleştirmiştir. Genelde bir kişinin çabası ile sürdürülen dergiler, şair ve yazar için yolda olmaya katkı sağlar. Kuşkusuz edebiyat dergiciliğinin de birçok olumsuz yanları var. Başta gelen olumsuzluk yan edebiyat dergisinin edebiyat kaygısı taşımıyor olmasıdır. Mesela kaygısı ticari ya da başka bir şeyse sadece adı edebiyat dergisi olur.

 

İyi şiir göreceli bir durumdur. Bugün iyi şiir diyeceğimiz şiirler, yarına kalıcı olmayabilir. Hatta bu dergideki şiirler bugünü temsil etmeyen şiirler olarak değerlendirilebilir. Servet-i Fünun dergisi eski taraftarlarınca tuhaf şiirler yayınlayan bir dergiydi. Bugün bile dergi çok önemli bir yeniliğin taşıyıcısı olmanın dışında, belki Teyfik Fikret’in birkaç şiiri ile Cenap Şehabettin’in bir iki şiiri dışında, bu derginin güzel şiirlerin yayınlandığını söyleyemeyiz. O dönemde güzel şiirler yayınladığı düşünülen satışı Servet-i Fünun’un üç dört katı olan dergilerin ise bugün adı anılmıyor. Bana göre farklı tür, biçimlere göre değerlendirirsek her dergide iyi şiir var. Fakat bu oran ne kadar? İyi şiirin yanı sıra bir sürü de kötü şiir varsa durum nasıl olur? Bu sorular üzerinde daha ayrıntılı konuşulabilir.

 

Dergiler daha çok şairi yayınlasalar da şiiri de yayınlıyor yer yer. Bir edebiyat dergisi editörü olarak ben de şaire bakmadan şiiri değerlendiremiyorum. Çünkü iyi şiirin, adı duyulmadık birinden gelmesi çok da normal bir durum değil. İster istemez kuşku duyuluyor. Bir de sürerlilik önemli. Yeni bir isme hemen ilk şiirinde yer vermek devamının gelmesini engelliyor. Bu sebeple şair genelde şiirden önce değerlendiriliyor.

 

Gündönümü Dergisi: Sosyal medya şiire ne yapıyor? Şiirinden daha çok tanınan şairlerin varlığı neyin sonucu? 

 

AD: “Sosyal medya şiir üzerine konuşanları, çalışanları, uğraşanları daha geniş bir ölçekte bir araya getirdi. Edebiyat muhitini daha bir genişletti” demek isterdim. Maalesef insan yine nüfusunu kullanarak şiir dışında sahip olduğu nesneleri şiirini parlatmak için kullandı. Gerçi bu insanın doğasındaki ilkel benlik. Bilinçli insan tevazuu elden bırakmıyor. Sosyal medyanın beraberinde getirdiği birçok sorun var. Mesela şiiri zayıf olanlar, görsellerle güçlendirmeye ve “beğen beni beğeneyim seni” anlayışını etkin olarak kullanmaya çalışarak şiirlerini güçlü gösterebiliyorlar. Daha kötüsü kullanılan görseller de genelde kadın güzelliğini cinsel olarak öne çıkaran fotoğraflar, bunun da kötüsü bunu kadınların da yapıyor olması. Dolayısıyla beğenileri toplayan şiir değil, paylaşılan görseller. Eleştirimiz zaten yoktu, sosyal medya olma ihtimalini de öldürdü. Bir beğeni, birkaç sembolik ifadeyle, emoji denilen simgelerle, şiirler geçiştiriliyor. Okunmadan beğenilen, alkışlanan, güzel sözler edilen çok şiir var. Şiirle ilgisi olmayanlar da işin içine katılarak sosyal medya şairliği alt alta dizilen birkaç bilindik sözcükle, birkaç güzel fotoğrafın bir arada sunulduğu bir uğraş oldu. Her gün yüzlerce sosyal medya şairi çıkıyor. Daha kötüsü başlık ne, birim ne bilmeden; bu alt alta yazdıkları sözcükleri “Word” dosyasına yazmadan, ekran görüntüsü alarak gönderen ve dergide yayınlanmasını isteyenler var. Üç beş beğeni alan harika şiirlerin yanında, beş yüz ya da bin beğeni almış şiirin “ş”si olmayan metinler sosyal medya içinde yer alabiliyor.

 

Sosyal medya acayip bir mecra. Alan oldukça geniş. Sayfalar, gruplar… Aslında insanların bu şekilde şiirler uğraşmaları, kendilerine göre bir şiir algısı oluşturarak okumadan yazmaları kahve kültürünün sosyal medyaya taşınmış hali. “Gönül ne çay ister ne çayhane / Gönül sohbet çay kahve bahane” anlayışı “Gönül ne okumak ister ne yazmak / Tanışmak, konuşmak ister bahane yazmak” gibi bir havada sosyal medyaya taşınmış. Birbirine “üstad” diyenler, birbirinin şiirlerini yerde yer bulamayıp göklere çıkaranlar… Bunun yanında her gün onlarca şiir paylaşanlar… Ne güzel çok geniş bir kitle şiirle uğraşıyor işte. Bu cümlenin sonuna bir gülme emojisi koymak gerekirdi.

 

Gündönümü Dergisi: Türkiye’de sanatçı sadece sanatından dolayı kabul görebiliyor mu? Yoksa sanatçının ideolojisi sanatına verilen değeri etkiliyor mu?

 

AD: Türkiye’de sanatçı sadece sanatından dolayı kabul görebilir, nadiren de olsa böyle bir ihtimal var. Sanatçının ideolojisi sanatına verilen değeri etkiler elbette. Nazım Hikmet, sosyalist bir anlayışa sahip olmasa bugün hangi şiirleri kalırdı? Ya da Nazım Hikmet adından hâlâ söz edilir miydi? Aynı şey muhafazakâr sanatçılar için de geçerli. Necip Fazıl Kısakürek adı, muhafazakâr olmasa ne kadar etkili olurdu? Olması gereken de bir bakıma bu. Hiç kimse bir ideolojiden bağımsız değil, şair de değil. Mutlaka kendi ideolojimize yakın şaire daha fazla kıymet veririz. Bir de “yiğidi öldür hakkını yeme” durumu var. Yeri gelince bu hakta teslim ediliyor. Necip Fazıl’ın da Nazım Hikmet’in de toplumu kucaklayan, sanatın inceliğini gösteren mısraları herkes tarafından takdir görüyor.

 

Gündönümü Dergisi: Edebiyat Dergilerinde şiirle ilgili bazı inceleme yazılarında Amerikan ve Avrupa şiir kültürü okurun belleğine dâhil edilirken, kendi yaşadığı toplumun şiir geçmişinin yok saydığını görüyoruz. Örneğin görsel şiirden bahsederken Osmanlı görsel şiiri yok sayılabiliyor.  Size göre şiir nereden doğuyor?

 

AD: Bizim eski hastalığımız kendi değerlerini hor görme. Özgüvenimiz sadece savaşmak konusunda var olmuş. Ordu milleti diyerek yediden yetmişe topyekûn savaşmayı başarmışız. Kültürel alanda ise hep dış baskılara boyun eğmiş ve tuhaf bir yabancı hayranlığı geliştirmişiz. İlk Türk şairi Aprunçur Tiğin’in şiirlerinde mısra başı kafiye var. Hocamız ilk şiirlerimizde mısra başı kafiye kullanılmış deyince karşı çıkmıştım. Çünkü Türk şiirinde mısra sonu kafiye vardır. Bunu Kaşgarlı Mahmut’un derlediği, Aprunçur Tiğin’den çok önce yazılmış şiirlerde de görürüz, Orhun Yazıtları’nda da. Aprunçur Tiğin’den görülen mısra başı kafiyenin Mani dini etkisiyle Soğdakçadan alınan dini metinlerden geçtiğini düşünüyorum. Yani ilk şairimizden bugüne dış etkilere açık, dış kültüre hayran bir yaklaşımımız var. Bu divan şiirinde de oldu, Batı etkisinde gelişen modern şiirde de. Üretmek yerine yenilikleri almayı tercih etmişiz. Divan şiirindeki “Türkî-î basit” hareketi bir üretimdir, buna karşılık “Sekb-i Hindi” hareketi bir alıntıdır. Kuşkusuz sanat yenilik ister, bu yenilik üretilirse çok güzel olur; yerli olur, milli olur. İkinci Yeni’nin Divan şiiri kaynaklarına yönelmesi bu açıdan önemlidir. Muallim Naci’nin Hafız’ın bir sözünün Alfred de Musset’ye isnâd edilse beğenileceğini söyleyerek eleştirdiği durum bugünde geçerliliğini koruyor. Batılı bir ismin eserine hayranlık duyanlar, aynı değerdeki bir Doğulu ismin eserinin yüzüne bile bakmıyor. Tuhaf bir Batı hayranlığı.

 

Gündönümü Dergisi: Deneysel ve görsel şiir sanata bir katkı mıdır?  Bir şairimiz “Deneysel şiir okunabiliyorsa şiirdir” der. Bu söze katılıyor musunuz yoksa deneysel-görsel şiirin okunabilir olması zorunlu değil mi?

 

AD: Deneysel ve görsel şiir sanata bir katkıdır elbette. Şairimiz doğru söylemiş: “Deneysel şiir okunabiliyorsa şiirdir” bence de. Okunmayan, anlamı olmayan sözcüklerin şiir olduğunu düşünmek, şiirden şuuru çıkarmaktır. Dadaist bir yaklaşımla ya da sürrealist bir bakışla anlamsız sözcüklerle de şiir yazılabilir, bunun da kendine göre bir açıklaması ve tarzı vardır. Birkaç şiir için bu tarz çalışmalar normaldir. Deneysel ve görsel şiir, anlamsız sözcükleri yer yer şekil için yer yer kullanabilir. Fakat şiirin bütününde bir okunmazlık ve anlamsızlık varsa şahsen ben şiir olarak kabul etmem bu çalışmayı.

19 Mayıs 2021 Çarşamba

Osmaniye Günlüğünden

20  Mayıs 2021, Osmaniye, 10.29 


Toprağa rağbet çok fazla. Dünya kadar insan, dünya kadar toprağa gark oluyor sürekli. Nasıl bir döngü hüküm sürüyor? Bu kadar hercümerce karşılık bu kadar rağbet... Mevlana "Ey insan toprak yiye yiye toprak olan bedenini besleme sadece; sesle, ışıkla, sözle, aydınlıkla ruhunu da besle" der. Bizim söze olan tutkumuzu besleyen de böyle bir anlayış. Hıncahınç toprağa talebin olduğu dünyada rotayı söze çevirmek, söz deryasına, ışığa, aydınlığa yelken açmak... Kendimizi bu izdihamda kaybetmemenin, ruhumuzu duyabilmenin gereğidir. Ne güzel duymuş ve söylemiş âşık: "Bedenimde değil ruhumda sızı". 28 yıl geçmiş yönümüzü söze çevirmenin ve sözle çevrilmenin üzerinden. 


Sözle uğraşıya şiirle başladım ben de. Sonra arkası geldi; deneme, öykü, günlük, hatıra... Yayınlar, dergiler, kitaplar... Şiirin ilk ödülünü 1996'da Türkiye geneli Sivas Kafkas Çeçen Derneği'nin düzenlediği "Çeçenistan" konulu yarışmada "Dudayev Mersiyesi" ile aldım. Gerçi ödüller açıklandı fakat ödül töreni olmadı. Dolayısıyla alınan ödül sözde kaldı. Ödül verseler bile öyle bir derneğin parasını o vakit almak olmazdı. Zor durumda olan Çeçenistan'a bağışlamak lazımdı. Niyetimiz bilen kabul etmiştir inşallah. 


İkinci ödül "Yedi Ocak Yangını"yla geldi. Fakültede son sınıftaydım. Ödül tam/tüm altındı. Öğrenciydim ve o paraya da ihtiyacım vardı. Belki bunu bildiği için Bestami Hocam yarışmaya katılmamı özellikle arzu etmiş ve üniversite kategorisi de eklenmesini istemişti. O zamanki belediye başkanımız, şairlik yönü de olan, Mehmet Gürbüz Bey şiirin yanında roman yarışması da düzenletmişti.


Ödülü aldım ya, içimde bir huzursuzluk dolanıp durdu. Şiirimin güzel olması için günlerce çalışmıştım, şiirin değeri konusunda içim rahattı. Fakat yine de "acaba" sorusu kalmıştı aklımda. Ta 2008'e kadar... Belediye ödül alan şiirleri o vakit nasıl değerlendirdi bilmiyorum. Şiir ortalıkta yoktu. Rahmetli Veli Aba Ağabeyin il kültür müdürlüğü yardımcılığının katkısıyla 2006'da Osmaniyeli Şairler Antoloji hazırladık bir komisyonla. Gerçi bütün yükü de Veli Aba Ağabey üstlenmişti. Onun kararlılığı ile yayınlandı. "Yedi Ocak Yangını" da ilk bu antolojide yayınlandı. İyi ki yayınlandı. O tarihten sonraki her 7 Ocak Kurtuluş Bayramında coşkuyla okundu. 7 Ocak için düzenlenen şiir okuma yarışmalarında birçok ödüller kazandırdı öğrencilere. Şiirimin coşkulu okunuşunu duyduğum her 7 Ocak Bayramında ben de şiir diyetini ödüyor diye sevindim.


Şimdi "Yedi Ocak Yangını" kitaplaştı. Kahramanlık, tarih bilgisi, millet sevgisi... Epik konuların ağırlıkta olduğu şiirler bir arada. Şiirin farklı bir yüzünü gösterecek. Geleneksel formun, hece ölçüsüyle kafiyenin, ağırlıkta olduğu şiirler var. Gençlik heyecanı, hamasi bir duyuş, yiğit bir sesleniş var. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Nihal Atsız, Dilaver Cebeci, Bestami Yazgan şiirlerinin etkileri var.  Dolayısıyla kalem oynatmaya başladığım ilk dönemin şiirleri de kitaplaşmış oldu. Sırası gelenlere, yenilere kapıyı da böylelikle aralamış oldu.


Şiir söz konusuysa yüce bir dinginlik gönlümde. Kimsenin topuna çıkmaya bir arzum yok. Dahası kimsenin pasına karşılık vermek gibi bir hırsım da... Durduk yerde topun ayağıma gelmeyeceğini de biliyorum. Hoş gelse de vurur muyum? Bu feci toprak kokan rekabetin içine dalar mıyım?.. İnşallah dalmam. Şiir meydanını, sözün meydanı olarak tutmak var bu dinginlikte. Sonra bu, toprağın toprağa yüz çevirmesi olsun; ışığa, aydınlığa, nura yönelmesi olsun... Şiirse söz konusu, "nice eserlere" olsun duası dertli gönlümüzün. Bu dua bütün içtenliği ile sarsın dudaklarımızı:

"Nice eserlere!" 


#AD #osmaniyegünlükleri #yediocakyangını #dördüncükitap #şiirkitabı #şiirler #günlük #hatıra #edebiyat #osmaniye

22 Mart 2021 Pazartesi

AY ADASINDA LAMBALAR SABAHA KADAR UYUMAZ

Fatih TEZCE


Ay Adası, Ahmet Doğru’nun ilk şiir kitabı. Kitabın ilk baskısı 2000 yılında Güneysu Yayınlarından çıkmış. Doğru’nun ifadesiyle uzun bir zaman birikimi olan Ay Adası, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık tarafından da 2021 yılında 2.baskısını yapmış.


Ahmet Doğru’yu Güneysu dergisinden tanıyoruz. Bunun yanında Dergâh ve Türk Edebiyatı başta olmak üzere pek çok dergide görülmüş bir şair. Ayrıca Çınar, Baykuş, Dikey Duruş, Su Edebiyat ve halen de Güneysu dergisinde editör olarak kalemini severek sivriltmiş bir şair.

1975 doğumlu şair kitabına 45 şiir almış. Genelde bunu yazar ve bu duruma dikkat ederim. Acaba Doğru da 45 sayısını bilinçli mi seçti, tevafuk mu? 2021 yılında 45 yaşında olan şair Ahmet Doğru’nun Ay Adası şiir kitabı 130 sayfa ve 5 bölümden oluşuyor.

Kitaptaki ilk şiirin adı ötelere göz kırpma iken son şiir son sahne ismiyle yer almış sayfalarda. “Perdeler aralanıyor son sahne / ölüm makyajımı tazele” mısraları ile bitmiş kitap. İlk ve son başlangıç ve bitiş arasında bağ kurmaya çalışan ben, ölüm ve öte ilişkisini aramaya çalıştım böylece. Metafizik bir durum olabileceğini söylemeye çalışıyorum yani.

Arabalar dev otoparkta yan yana uyuyan/göremez şehrin göbeğinde serçeyi ağaçtan ağaca” mısraları biz şairlerin kentle olan kavgasını anlatıyor. İlk altını çizdiğim mısralardı bunlar. Kent yerine şehir kelimesini kullandığı için de ayrıca teşekkür ediyorum şaire. Çünkü bizim kavgamız kentlerle, şehirle değil. Çünkü şehri göremiyorsak dikey kentleşmeden dolayıdır. Çünkü şehir, dikey değil yataydır. Çünkü şehirde insanlar da yan yanadır evler de. 

“Avcılar mı vurdu martıları/yoksa sahiller mi çok uzakta” mısraları “Dert yanacak kimse yok” mısraı ile bittiğine göre modern kentte dertleşecek neyimiz kaldı demektir. Sanatçı tabiatla, sesle olan ilişkisini devam ettirmek ister. Bunun için temiz bırakılmış tabiata ve temizlenmiş gönüllere ihtiyaç duyar. Şairin bu çağrısına herkes kulak vermeli.

“Kırlangıçlar konarsa pencerene bir sabah / gizleme gözlerini doya doya baksınlar” mısraları şairin ya da seven herkesin platonik de olsa her neyi sevdiyse yoluna çıkamama heyecanından ötürü kurguladığı bir masalında kendini kırlangıç olarak konumlandırması ise eğer, şiirinin başlığı olan “Ondörtlünün Şarkısı” ifadesini bir şair silah olarak kabul etmeyeceğinden on dört yaşına atıf olarak yorumlayabiliriz. Çünkü o yaşlar, uzaktan doya doya bakma yaşlarıdır, sadece bakma yaşlarıdır.

Kitabın 46.sayfasında bir kenara köşeye sıkışmış şu mısraı gördüm: ”Lambalar sabaha kadar uyumaz.” Ay Adasında lambalar sabaha kadar uyumaz dedim birden. Bir şiir başlangıcı olabilecek kadar hüzünlü. Dedim ya kitapta kıyıya köşeye sıkışmıştı, tuttum elinden kaldırdım ayağa bu mısraı ve evde Ay Adasında lambalar sabaha kadar uyumaz dedim sessizce kendime birkaç kez. Kıyıda köşede kalmasını murat etmediğimiz mısralardan çok var bu kitapta. İz sürmeye devam ediyoruz.

Kitaba ismi veren Ay Adası şiiri 55.sayfada yer bulmuş kendine. Kitapta yer yer hece ölçüsüyle yazılmış şiirler de olsa bu şiir serbest yazılmış ve dört kıtadan oluşmuş. Benim hoşuma gidense her kıtanın “sen çok güzelsin” ile bitiyor oluşu. “uçalım/sen çok güzelsin.” , “yıldız yakayalım / sen çok güzelsin.”, “aşkını topla gel / sen çok güzelsin.” , “rıhtımına yanaşsın dudakların / sen çok güzelsin.”

“Gün Geçti Ay Geçti Sen Geçmedin” isimli şiir kitabın 62. sayfasında. “yanaşmadı gönlüm/en çabuk geçen güne.”, “pembe tren gelecekmiş yetmiş beş numaralı koltuk” , “annem mi o gelen kadın kısa o uzun boylu adam mı babam” , “mavi trende yer yok muydu çok mu pahalıydı hayat”, “gün geçti ay geçti sen geçmedin” mısraları şiirin her bir farklı yerlerinden alınmış olsa da alt alta yazılacak bir güzel şiir gibi duruyor. Yetmiş beş rakamı şairin doğum tarihi olduğuna göre anne ve baba tasviri ve gurbete giden bir gencin ailesine duyduğu özlemi dikkat çekici bir şiirle örmüş sözlerinde şair. Bunun yanında kapak rengi olan mavi ve bu şiirdeki mavi tren şairin maviye olan yolculuğuna ve maviye olan düşkünlüğüne yorulabilir. Mavi ve lacivert zaten hangi şairin yolculuğu değil ki!

Cahit Külebi “kamyonlar kavun taşır ve ben / boyuna onu düşünürdüm” demiş, Kamyonlar Kavun Taşır isimli şiirinde. Ahmet Doğru ise “Kum taşıyan kamyonlarla taşınırdım / taşınırsam ıssız kasabalara/sırtımda bir çanta yalnızlık” demiş “Ilık Korku Havasında Suskunum Rüzgâr Kalan Zamana” şiirinde. Her iki şiir de yolculuğu anlatıyor. Bu bir esinlenme olabilir. Bana Cahit Külebi’yi hatırlattığı için iyi ki esinlenmiş dedim. Açtım Kamyonlar Kavun Taşır şiirini, tekrar tekrar okudum. Cahit Külebi Niksar’a olan özlemini anlatmışken, Ahmet Doğru da memleketi Osmaniye’ye olan özlemini bir kamyona bakarak anlatmış olmalı.

“Unuttum avuttum kuruttum / hep tuttum sevgin üstüne” mısraları bize liselilerin kurutulmuş gül yapraklarını en çok sevdikleri dersin defterinin arasına saklamalarını hatırlatıyor. En çok sevilen ders ve sevilen kişi. Arasındaki bağlantıyı şiirle anlayabiliyoruz işte.

“Ey yalnızlık / … / yalnız bırakma beni” ünlemesi şairlerin yalnızlığı sevmesindendir. Burada ortak dilimizi konuşturmuş şair. 'Şairler yalnızdır'ı daha nasıl anlatır bir şiir?

Eriyen Efkârın Sesi şiirinde “deniz köpüğünden kalkan martılar / önüme bembeyaz bir rota çizer” diyor şair. Burada da şairin ruh hali bir martı üzerinden anlatılıyor. Martılar sadık, martılar insana yakın… Simidimizi bir sevdiğimizle bir de martılarla paylaşırız çünkü.

“Sevme diyorum gönlüme o kadar fazla sevme / aşk vurulmuş kuş gibi düşüyor gözlerime” ve “Seyhan kadar suskun Ceyhan kadar coşkun / gözlerime yürüyünce bir nehir oluyorsun” mısraları Denizlerini Gizle Güneş Gitmeden şiirinde aklımızda kalanlar. Seyhan ve Ceyhan ırmakları ile şair, sevme eyleminde bulunmuş bir insanın gönlünün taşmasını bize böyle izah etmiş.

Şu mısra Güneşin Haritası şiirinden: “Gözyaşlarıma sarılıp yattım.” Şairin gözyaşlarına sarılıp yatması masumiyetin ifadesi. Şiir gibi şair de masum.

Genel olarak yerel unsurların görüldüğü şiirler Anadolu kasabalarında geziniyor hissi veriyor. Mesela yaren kelimesi Anadolu’da kullanılan arkadaş, yakın dost anlamlarını taşıyor. “bir yeni kent kurulacak / bakın işte ellerimi / çevirdim kaç şeritli bulvara” ve yine aynı şiirin sonlarında yer alan “şimdi bu kenti süsleyelim efsane aşklarla” mısraları arkadaşlarla yakın dostlarla yeni bir şehrin inşasını çağrıştırmakta. Bu çağrıştırma, kafelerde oturup cep telefonlarıyla heştek(!) yapanların duyacağı bir şey değil. “Çevirelim kaç kapılı cennete” derken şair, Anadolu insanına sesleniyor zannımca.

Şair’in annesine ithaf ettiği Siyah Beyaz Fotoğraflar şiirinde; “Eğer beni özlersen / resimlerime bak”, “sen çiçeklerine iyi bak / sonra bana”, “çok seviyorum yalnızlığımı” ve “siyah beyaz fotoğraflar / dursun masada” mısraları bir çocuğun evinden ayrı kalışını, şimdilerde bakkala ekmek almaya bile gitmeyen/gönderilmeyen çocukların anlamasını beklemediğimiz hatırlatıcı bir gurbet şiiri. Şair de şiir de gurbette mi olgunlaşmakta acaba?

“O geyik derisinden akşamlık giyen/gecenin peşine düşmüş üşümüşüm” (Eskiden Umursar mıydım On Yıl Evveli Ama Şimdi, sf.122), “Kırlangıçlar geldi biz gidiyoruz / haziranda kapanacak okullar” (Hüzündür Kapımızda Duran Hazırlan Ay Haziran,sf.124) ve “Dünyaya gelirken başlar ayrılık” mısraları da aklımızda kalan bir başka güzel mısralar.

“Dostça bir selam ver bin arabaya / haydi vakit tamam ağlatma beni” (Hüzündür Kapımızda Duran Hazırlan Ay Haziran,sf.126) şiirin son iki mısraı. Ancak yukarısıyla bağlantılı okuduğumuzda son mısra sanki şöyle bitse daha mı güzel dururdu: “Bu dünya çok küçük yüreğimize / bu değme ayrılık gülüyor bize / sızlanan gönlümü boş yere yorma / ne bir hoşça kal de ne de el salla / dostça bir selam ver bin arabaya / haydi vakit tamam beni ağlatma

Yirmi sene öncesinin şiirlerini, yirmi sene sonrasında okumaya çalıştık. Aklımızda kalan mısraları yazmaya ve açıklamaya çalıştım. Çoğunluğu lise ve üniversite öğrenciliğine denk düştüğüne göre bu şiirlerin, şairin şiirle tanışıklığı çok eskilere dayanıyor. Belki ortaokul sıraları, belki siyah önlüklü ilkokul yolları.

Beşir Ayvazoğlu’nun Altı Çizili Satırlar isimli kitabından mülhem ben de Ahmet Doğru’nun Ay Adası isimli şiir kitabındaki altı çizili mısraları yorumlaya niyet ettim, gayret ettim, Allah da nasip etti. Kitabın tamamı okunmak için sizleri bekliyor.

Şair Ahmet Doğru’yu kitabı için tebrik ederim.

                                                                                        13 Mart 2021 Cumartesi / Bafra


https://kunyeonline.com/2021/03/ay-adasinda-lambalar-sabaha-kadar-uyumaz/?fbclid=IwAR0aQCf2lRVJVeL6Hir290PRJYERgdCT2RVFp930YLvzST_mwqjkOpsVncU

adresinden alınmıştır.

17 Ocak 2021 Pazar

AY ADASI VE AHMET DOĞRU













Gülbey Gönüllü 


Bundan yıllarca önce bir delikanlı selam verip giriyor Güneysu bürosuna. Daha sonra defterler dolusu şiirlerle geliyor. Bunları koyuyoruz sanat eleğine ve başlıyoruz sallamaya. Çok az kalıyor eleğin üzerinde. Ahmet Doğru hem gayretli hem kabiliyetli; kısa zamanda eleğin ölçüsünü öğreniyor. Günler, aylar geçtikçe eleğin üzerinde kalan şiirler çoğalmaya başlıyor.

Aradan yıllar geçiyor. Gazi Üniversitesi'nde mastır yapan Ahmet Doğru, elinde bir şiir kitabıyla selam veriyor Güneysu'ya bu sefer. Kitabın adı: Ay Adası: pırıl pırl güzel bir kitap.

Kitabın ilk sözünde:

“yeni suretini çiziyorum alemin

ortaya tuhaf bir şey atmadım

beni bu kadar öne çıkarmama kızmasınlar

söyle onlara beni ben yaratmadım" diyor.

Son sözünde ise:

"dağınık saçlarımın yarısı hasret yarısı gurbet 

geçen her günüm aslında bir yığın gamdır

gülümsemelerim objektiflere böyle kaygısız

sahte olsa bile zamandan intikamdır" 

diyor. Bu ilk ve son sözlerin arasında neler mi var? Onu da ancak kitabı okuduğunuzda görürsünüz güzel insanlar.



21 Nisan 2020 Salı

Dudayev Mersiyesi



                                                           -Der Cevher Dudayev aleyhirrahme vel gufran-

Kan girdabıyla çevirir acı bir ağıt gönlümü
Kafkasya yanık yüreğim, kop rüzgâr dağıt gönlümü

Uykusuz gözlerim yanar, gece kaldı ümitlerim
Ninniler mırıldan bana ak/deniz uyut gönlümü

Alevleri avuçlarım “öç” diye yanar dudağım
Hayallere bürü beni kelime avut gönlümü

Bir telâşe aldı beni ölüp ölüp dirilirim
Yanardağlarla çevirir imansız Nemrut gönlümü

Ben Yahya’yım başımı vur, İsa sanıp çarmıha ger
Kahrolası hain Çıfıt topa tut Beyrut gönlümü

Yerden yere vurulurum kan içinde elim yüzüm
Hüdâyâ, susup kaldım ateşle barut gönlümü

Uçmağa kalkmalı erler sancağı yüceltmek için
Kafkasya sen alevlendir zaferle yakut gönlümü

Çeçen yumruğunla vur ki yüz bin kıyamet şahlansın
Yeniden diriltsin beni coştursun umut gönlümü

Ufukların gözü kızıl güneş ağlıyor Çeçenya
Matem mi var niye bürür kara bir bulut gönlümü

“Cevher şehit düştü” derler param parça oldu eyvah
Süründürür peşi sıra kanlı bir tabut gönlümü

Kan bürüyor gözlerimi çığ gibi çöker damlalar
Bütün dünyam kan içinde hey güneş kurut gönlümü

Ağlasam gözümden kopar yüz Fırat bin Kızılırmak
Ağlasam tufanlar kopar… Yaradan’ım tut gönlümü


4 Nisan 2020 Cumartesi

AY EDASI


Söz dinler, sözü dinlenir, söz de onu dinler.

Konuşurken, o tatlı kekemelikten oluşan boşluklar kendiliğinden limon çiçekleriyle, portakal yeşiliyle dolar.

Acımtırak ve ekşi yanları mizaha yansır. Baykuş Dikey Duruş mecmuası biraz o meşrebin ürünüdür.

Kafayı bir zamanlar “Bay” ve “bayan” kuşlarla bozsa da, her göçmen kuşa “bu turnadır” dediği olur, güzel yanılgılar adamıdır.

Gömleği eskirse dilden yeni gömlekler diker, dikecek vakti olmazsa gömleğini sözcüklerle yamar.

Azla yetinir. Sözün de azıyla yetinir. Yetinmesi kanaatkârlığı da içkindir; daha kuşatıcı bir şeydir.

Güney çiçeklerine çok şiir okumuştur.

Edebiyatın hem muallimi hem muhaciridir. Kendi içine göçer, belli etmez. Çıbanları, sivilceleri, başarısız intihar artığı bıçak yaraları da kendi içinedir.

Ondan kendini saklamak için neşeli bir mizaçla çıkar insanlar karşısına… Yalnızlığını belli ederse yalnızlığa bakmaya yüzü kalmayacağını düşünür.

Gönlü dört mevsim mutedildir; kışları soğuk ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak geçmez.

Efsanelerden fazlaca beslenir. Sadece sözün büyüsüne inanır.

Evine dönerken filesinde, evinden çıkarken çıkınında güzel sözcükler bulunur.

Düğün görünce saçkıcı başı, düğüm görünce çözgücü başı olmak ister; sadece ister, eyleme geçene kadar o düğün biter, o düğüm çözülür.

Kaşıyla gözü arasında ay tutulur. Ondan yüzünde ay adacıkları…

Ahmet Doğru bu, şair…

Bir zamanlar Su Edebiyat mecmuasını çıkardı.

Ay Adası adında bir şiir kitabı var.

Duası sulara karışır, duasına da sular.

Böyle biliriz.




Mehmet Aycı, İki Yüz (Portre Yazıları).

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Akıl Çarşısı



Aklının köşesi alman çarşısı
ne kentine özgü ne kendine has
sabahki düşüncen akşama uymaz
akşamı pazara çıkarsan iflas

satıcı tartıya talep kor önce
sonra miadına bakar nesnenin 
rüzgârın yönünü kestirmen gerek
ne anlamı kalır pazar etmenin

tacir piyasayı tutar nabzından
çok satan filmler daima olay
kendini katmadan işin içine
senaryo tutunca tekrarı kolay

efsunu afişe doladığında
göz koymaz hepsini sarar duvara 
el âlem satışa yabancı değil
çarçabuk çıkarır ipi pazara

aklını çarşıya bırakmaya gör
boylar gemilerin Karadeniz’i
toplasan çıkarsan aşkla ümidi
silinmez hatırdan bir gönül izi

bir gönül kırılsa kararır yer gök
sarılsa bir gönül güneş tepede
bütün bakışların şimdi yabancı
kanadı kırılmış sözlerinin de

suların dengesi rüzgâra bağlı
ne kadar eğlenir bir güz akşamı
zehir karasına sinince gece
aklının çarşısı boşalacak mı?

Ahmet Doğru 

17 Mart 2019 Pazar

Çanakkale Erleri



Kuldan korkup sinmeyi ar olarak bildiler
Onlar ki er doğdular er olarak öldüler

Çanakkale içinde Yaradan'a nazları
Yeri göğü inletir şehadet niyazları

Edirne'den Kars'a dek coşarak geldi erler
Allah'ın rızasına kavuşmaktı hazları

İnletirdi gökleri yıldırımlardan beter
Boşanınca yürekten Allah Allah sözleri

En hafif bakışları parçalar karanlığı
Şimşekleri andırır iman dolu gözleri

Yıldırımca saldırıp Mehmet Hanca düşünmek
Yavuz gibi görünmek bu erlerin tarzları

Kararları kesindi “ölmek var da dönmek yok”
Sardılar sırtlarına kefen için bezleri

Sıklaştırdı safları Üçler, Yediler, Kırklar…
Düşmanın zırhlısını parçaladı gürzleri

Yürüdüler üstüne dağ gibi düşmanların
Lağvedip erittiler bükülmeden dizleri

Eğilmedi başları bin kurşunu yedi de
Koşar iken ölüme kan gölüydü izleri

Sebil edildi canlar, mümkün mü işgal etmek
Bitmeden bu vatanın oğulları kızları

"Kur'an elden düşmesin, ezanlar hiç susmasın"
Düşmana çiğnetmedi bu emeller bizleri

Zafer sundu ‘Hilal’e On Sekiz Mart sabahı
Yedi düvele karşı paylaşıldı kozları

Ahmet DOĞRU

5 Ocak 2019 Cumartesi

Yedi Ocak Yangını

-işgal-


Kızıl şafaklara günü astılar
Torosların damarına bastılar
Taştan taşa başın çalıp yürüdü
Bir vaveyla koparıp da Karaçay

Göğe matem çöktü bulutlar göçtü
Kızardı ağaçlar, kanlı her yaprak
Turnalar bir başka diyara uçtu
Utançtan yüzünü kapadı toprak

İşgal kara haber, buz kesti soğuk
Çetelerin gönlü yangına çaldı
Çekildi dağlara kadın çolçocuk
Ovada bir deli fırtına kaldı

Zorkun’a sis indi kara bağladı
Olukbaşı boyun büküp ağladı
Bir yangın doladı Amanosları
Tutuştu Nurdağı, yandı Karaçay


- hüzün çöktü evlere -

Dağların benzini sarartan
Bir güz sarılığı, güneş yanığı
Suları kavuran işgal haberi

Adam konuşmadı oturunca sofraya
Bir lokma almadı ağzına
Ürkek gözlerini kaçırırken
Yutkundu ağlamamak için direnen kadın
Adamın yüreği yangın
Bir mavzer namlusu gibi dudakları
Dişlerini sıktıkça anlar kadın
Düşman kapıda

Güneş doğmayacak sandı adam
Kıvrandı yatağında ölüm koynunda
Sabaha kadar yıldızlara bakan kadın
Beyninden vurulmuşa döndü
Sabah kalkınca adam
Dedi: “Yarın
Mavzerimi alıp dağa çıkacağım”


- dört nala bir çete gider -

Besmeleyle bağladım ak sarığımı
Bir ucu uzun kaldı rüzgâr savursun
Fişekleri sürdüm yüreğimin üstüne
Kalırsa geride bir adım kalsın

Aman bizim deli taya nazar olmasın
Boşandık yel gibi dağlara öte
Mücadele başladı duyun ahali
Analar bu gece yağız yiğitler doğurmalı
Şimşek boylu yıldırım gözlü yiğitler
O dal gibi esnek çelik gibi sert yiğitler
Sonra çekilip mavzerler
Mahşer gibi toplanmalı dağlarda

Duydun mu Palalı
Kadir Çavuş duydun mu
Mavzerleri sandıktan çıkarıp
Öper gibi üç defa alınla dudak arası
Fişekleri bele dolayıp şal gibi
Atların sırtına bir çul ince nakışlı
“Ya Allah” atlanın gelin dağlara
Dağlara toplanan taze kan
Yürüyecek ovaya gelin dağlara

Kekik kokar burcu burcu Nurdağı
Sarıçiğdem çalıların dilberi
Bre Ceyhan bu ne şaşa debdebe
Bekle bizde senin gibi bir sabah
Boşanırız ovalara dağlardan


- yedi ocak yangını -

Bir kahramanlık türküsü tutturdu da
Ocağın kanını kaynattı Gavurdağlı
Kan kılıç elleriyle Çardaklı, Kamanlı
Gâvur Ali bir halaya durdu da
Titrettiler koca koca dağları
Ardından hep bir ağızdan eğilip
İnim inim inlettiler ovayı

O patlayan naraları
Korkuyu oturttu düşmanın kalbine
Bizimse yüreğimiz oynadı karakışta
Bre yarenler savaş neci ki Çeteye
Bakın şahadete delice sevdalı
Bakışlarımız bitirir düşmanı

İçimiz kavuran ocak yangını
Toprağımıza namahrem düşman
Bir an evvel yurdumuzdan çıkmalı
Haddini bilmeli küstah Ermeni
Donjuan Fransız izinin üstüne geri dönmeli

Bu yüreği nerden bulmuş ki
Koştu Rahime Onbaşı kurşunların üstüne
Göğsünde kızıl güller açtı da
Damla kan düşmedi yere
Çukurova baştan sona inledi tekbirlerle
Düşman içinde bırakılmaz bir şehit
Çetelerin gözlerine kıvılcımlar çöktü de
Atıldılar düşmanın üstüne taşla sopayla
Bir destan yazdı Osmaniye

GÜNDÖNÜMÜ ŞİİR SORUŞTURMASI

Gündönümü Dergisi: Medeniyet ile barbarlığın mücadele ettiği Dünya’da şiir gerekli mi?   AD: Medeniyet ile barbarlığın savaşa tutuştuğu...